- 26 Nisan 2024
- 3,393
İnsanlık olarak hepimiz büyük bir aileyiz. Hz. Âdem ile Havva’nın çocuklarıyız. Varlık sahnesindeki serüvenimiz Rabbimizin, atamız Hz. Âdem’i yaratmasıyla başladı. Rabbimiz bizi aynı toprağın üstünde ve aynı gök kubbenin altında bir arada yaşama imtihanına tabi tuttu. İnsanlık ailesine, kıyamete kadar devam edecek ağır bir sorumluluk da yükledi. İçinde yaşadığımız âlemi bize, bizi de birbirimize emanet etti. İnancımıza göre renkleri, ırkları, dilleri ne olursa olsun bütün Müslümanlar birbirlerinin dostudur, birbirlerinin kardeşidir, birbirlerinin yurdudur. Aynı yaratıcıya, aynı peygambere ve aynı kitaba inanan Müslümanlar âdeta bir annenin evlatları gibi birbirleriyle derin ve köklü bir kardeşlik hukukuna sahiptir. Aynı kaynaktan beslenen kardeşler topluluğudur İslam ümmeti. İslam inancına sımsıkı sarılan, Rabbine teslim olan, hayırlı ve faziletli işler yapan, iyiliği emredip kötülükten sakındıran, hak ve adaleti gözeten en hayırlı ümmettir. Cenabıhakk'a karşı derin saygı ve sorumluluk duygusuyla hareket eden bu topluluk günah ve düşmanlıkta değil, iyilik ve takvada yardımlaşarak Rabbimizin vadettiği dünya ve ahiret mutluluğuna erişir. Birbirine verdiği değerle, muhabbetle ve huzurla, birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhuyla; ferasetin ışığı, sağduyunun aydınlığıyla meşakkatli dönemlerin üstesinden gelir. Aynı secdede Rahman’a kul olmanın, aynı kıblede istikameti bulmanın huzuruyla var olur. Vicdanı paslanmış, insafı çürümüş, insanlığını unutmuş güçler karşısında dimdik ayakta durur. Ümmet olmak Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz (sas)’in rehberliğinde yüce değerleri yaşayan ve yaşatan olmaktır. Ümmet olmak, her türlü ihtilafı ve farklılığı bir kenara bırakarak İslam kardeşliğini esas almaktır. “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın tuğlaları gibidir.” (Buhârî, Mezâlim, 5) nebevi öğüdüyle İslam’dan aldığımız izzetimizi, kardeşliğimizden aldığımız kuvvetimizi hakkıyla korumaktır. Ümmet olmak, imanımızdan aldığımız gücümüzle insanlığa örneklik, önderlik ve rehberlik etmektir. Ümmet olmak, inancımız, ibadetlerimiz, ahlakımız, bütün söz ve davranışlarımızla dinimizi en güzel şekilde temsil etmektir. Ne zaman ki heva ve heves, menfaat ve çıkar, hak ve hakikatin önüne geçti o vakit dinin özünden fersah fersah uzaklaşıldı. Riya ve gösteriş ön plana çıkarıldı. Müslümanlar yaratılış gayelerini, ölümü, hesabı, cennet ve cehennemi unutup dünyaya aşırı meyletti, güçlerini kaybedip zillete düştü. Kalplerine Allah ve Resûlü’nün sevgisinden ziyade mal ve mülk, makam ve mevki, şan ve şöhret sevgisi yerleşti rüzgârın önündeki yapraklar gibi savruldu. Ne zaman ki, Müslümanlar tefrika, ayrılık ve gayrılığa düştüler, o vakit huzur ve barış sağlanmadı, bölünüp parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalındı. Bugün İslam alemi olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Gazze’de kadın-erkek demeden, yaşlı-çocuk ayırt etmeden insanların üzerine bombalar yağdırmanın; nesillerin geleceğini heba etmenin insanlık önünde de Hak Teala katında da hiçbir açıklaması olamaz. Tarih bize göstermektedir ki zulüm asla payidar olamamıştır, olamayacaktır. Tarih boyunca zalimler hain emellerine asla ulaşamamıştır, ulaşamayacaktır. Yüce Rabbimizin, vaadi mutlaka gerçekleşecektir. Zulümle abad olmaya çalışanın sonu berbat olmuştur, berbat olacaktır. Zulme yardımcı olanlar, zalime kol kanat gerenler ise tıpkı zalimler gibi Allah’ın gazabından asla kurtulamayacaktır. Mazlumların ahı hiçbir zaman yerde kalmamıştır, kalmayacaktır. Elbet bu savaş bir gün sona erecek, gözyaşı coğrafyasında adalet yeniden hükümferma olacak, bu dünyada da ahirette de kötülük ve yandaşları hak ettiği cezayı bulacaktır. Peki, o zamana kadar bize düşen nedir? Yapmamız gereken vazifemiz ne olmalıdır? Umudumuzu, imanımızı ve cesaretimizi yitirmeden onur, izzet ve hikmetle yeniden akla, vicdana iyilik ve merhamete hicret etmektir. Zira Allah’a inanan ve O’na sığınan bir müminin gönlünde umutsuzluğa asla yer yoktur. Sabırları tükenen, beldeleri harap olan, gönülleri bitap düşen, açlıktan ölen insanların feryadını duymaktır. Müslümanlar ve İslam ümmeti olarak, saldırı ve terör haberlerine alışıp duyarsızlaşmamaktır. Ümmetin ocağına ateşin düştüğü, ümmetin diyarında ateşin yükseldiği bir dönemde kardeşliğimizi unutmamak, tek yürek olarak mazlumun yanında yer almaktır. “Ümmet olma şuurumuzu” yeniden sorgulamak, vahdeti ve kardeşliği tekrar tesis etmektir. Bu karanlık ve kuralsız savaşı durdurmak için maddi ve manevi her türlü gücümüzü seferber etmektir. Eşi görülmemiş bu soykırımı durdurmak için Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali hakkın yanında, batılın karşısında dimdik yer almaktır. Masumları, anaları, yavruları ezip geçen bu hayasızca akını durdurmak için çabalamaktır. Unutmayalım ki, bu vebal hepimizin sırtındadır, omuzlarımızdadır.