- 26 Nisan 2024
- 4,390
“Atatürk, çağdaş olan “akılcı ve bilimsel eğitim” düşünüş biçimine sahipti.”
İstiklal Marşımızın yazarı M. Akif Ersoy (1873-1936)’un, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kurucusu M. K. Atatürk (1881-1938)’le çağdaşlık eğitimi alanında kesiştiği ve ayrıştığı noktayı, bu konuya dayalı olarak Müslümanların çağdaşlaşma sorununu ele alacağız. M. Akif ve Atatürk, Osmanlı İmparatorluğunun şahsında İslam dünyasının, “çöküş” olarak adlandırılan dönemde yaşamışlardır. İkisi de, çöküşten çıkışın gerektiğine karar vermişler ve çöküşün nedenleri ve çıkış yolları üzerinde durmuşlardır.
İslamcı Akif
Modernist bir Müslüman olarak tanımlanan Mehmet Akif Ersoy, fikrî alanda bir İslamcıdır. Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh’tan etkilendiği kabul edilir. Ona göre, toplumun içine düştüğü durumdan kurtulmasının yegâne çaresi yine “İslam dini”dir. Dinin teorisinin doğru bir şekilde anlaşılması ve pratiğe dökülmesi, İslam toplumunun kurtuluşunu gerçekleştirecektir. Durumun suçlusu İslam değil, Müslümanlardır. Mehmet Akif’in de içerisinde olduğu İslamcılar genel olarak; İslam’ın kalkınmaya engel olmadığını, Batı’nın kalkınmasının temelinde dahi İslam’ın ürettiği birikimin katkısının büyük olduğunu ifade ediyorlardı. Böylece hem Müslümanların, Batılıların yaptıkları ilerlemeyi yapabileceklerini hem de Batılıların icatlarını Müslümanlara dayandırmakla kendilerini avutuyorlardı. İnsanlık, radikal gelişmeler ve bunlara bağlı olarak dönüşümler üretirken, İslam dünyası, İslam’ın gelişmeye ve değişime engel olup olmadığı konusunu halen de sürekli tartışmış ve çözememiştir.
Çöküşün Nedenleri
Akif’e göre; kaderciliğin yayılması sonucunda, tevekkül bilinci ile dünyaya yönelen Müslümanlar pasif bir tutum içerisine girmişler, din çalışmayı emretmesine rağmen, hurafeler nedeniyle hem doğru değerlerden sapmışlar hem de çalışmayı bırakmışlardır. Akif, bir diğer neden olarak cehaleti gösterir. Müslümanların cahil olmalarını şöyle ifade eder: Cehalet denilen yüz karasından bir an evvel kurtulmak ve “hasm-ı hakiki (gerçek düşman)” olan cehaleti bir en evvel öldürmek gerekir. Ona göre; Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlayan nedenlerden bir diğeri de Batı’yı taklitçiliktir. Çünkü Batı, taklit edilmeye çalışılırken Osmanlıyı ayakta tutan değerlerden vazgeçilmiştir. Akif, bir bütün olarak Batı’yı taklidi reddetmemiş, milletin selameti için bazı unsurların taklit edilebileceğini ifade etmiştir. Bunu Japonya örneği ile açıklamıştır. Onlar, manevi kültür unsurlarıyla fenni birbirinden ayırarak, seçmeci bir tavırla Avrupa’nın sadece fennini almışlardır. Fakat moda şeklinde gelen, milli bünyelerine, örflerine ve ahlaklarına aykırı şeyleri ise almamışlardır.
Akif, ahlakla fenni ilimleri birbirine karıştırmıştır. Ahlakla bilimin bir ilgisi yoktur. Ahlak vücut organlarıyla icra edilir. Bilim ise düşünme işlemiyle yapılır. Eğer ilgisi varsa, o zaman bilimini de almayacaksın. Çünkü bu bilim, ahlaksız gördüğün el ve kafalarla üretilmiştir. Batı, bilimi vücut organlarıyla değil, kafasal düşünme işlemiyle üretmiştir. Ayrıca bu, bir tercih meselesidir. Çağdaşlaşmak için Batı’nın yaptıklarını yapmak gerektiğini söylerken, Batı taklitçiliğinden şikayet etmesi bir çıkmaz çelişkidir. Bütüncül değil de parçasal taklitçiliği istemesi de bir çelişkidir.
Batı’nın Ürünü Yanlışlığı
Akif’de; çağdaşlığın Batı ürünü olarak görülmesi şeklinde yanlış bilgi egemendir. Çağdaşlık, Batı’nın ürünü değildi. Hasbelkader orada yaşayan, teorik biliminsanları, filozof ve düşünürlerin ürünüydü. Bu çağdaşlık, Batı’nın kolektif zihniyetine, dinine, kültürüne aykırı ve yabancı görüldüğünden filozoflar hep dışlanmış, sapkın ilan edilmiş hatta öldürülmüşlerdir. Çağdaşlık, milyonlarca yılda düşünürler tarafından geliştirilen insanlık akıl çapının ulaştığı düzeyin ürünüydü. İnsanlıkta egemen olan ve çağdaş yenilikleri sapkınlık olarak ilan eden bir önceki dinsel düşünüş biçimi de çeşitli dönemlerde Afrika, Asya ve Doğuda yaşayan düşünürlerin ürettikleri insanlık akıl çapının ürünüydü, Tanrı’nın ürünü değildi. “Hiçbir dönemin akıl çapı, Tanrı’nın nihai düşünsel akılçapı düzeyi olamaz.”
Mehmet Akif ve Atatürk Kesiştiği Nokta
M. Akif ve Atatürk’ün kesiştiği nokta; çöküşten çıkış yolu olarak çağdaşlaşmayı göstermeleridir. Türkiye’nin, insanlığın ulaştığı çağdaş düzeye yükseltilmesidir. M. Akif’in bu düşüncede olduğu, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı,” cümlesinde görülür. Ayrıca “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı,” hedefi, ancak Atatürk’ün Türkiye’ye getirmek istediği “çağdaş akılcı ve bilimsel düşünüş biçimi” ile gerçekleştirilebilir. Geçmiş düşünüş biçimleriyle mümkün değildir. Bu hedefi, çağdaşlaşan Müslümanlar gerçekleştireceklerdir. O nedenle bunu yapabilmeleri için önce kendilerini asrın idraki ile güncelleştirmeleri gerekir. Doğal beyin hard disklerinin bit kapasitelerini yükseltmeleri gerekir. Bugünkü düşük kapasiteleriyle bu işi yapamazlar.
“Atatürk; Müslüman-Türk çağdaşlığının simgesel adıdır.”
Akif ve Atatürk Farkı
Akif ile Atatürk arasındaki en önemli fark; çağı yakalamanın Akif, dinsel düşünmeyi aşmamakla, Atatürk ise onu aşmakla mümkün olabileceğini düşünmeleridir.
Çağdaşlaştırmayı yapmadaki metotta ayrışırlar. Akif bir İslamcıdır. Yani yeni olaylara dinsel açıdan yaklaşır ve yenilikleri dine uydurmak ister. İslam’ın çağdaşlaştırılıp yaşatılmasını ister. Atatürk ise, genel anlamda, dinsel düşünmeyi aşmış, çağdaş akılcı ve bilimsel düşünmeye ulaşmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin bütün faaliyetine, din değil, “akıl ve bilim”in yön vermesini temel ilke olarak benimser. Atatürk, yapılması gereken pozitifliklerle meşgul iken, Akif, geri kalmanın nedenleri olarak Müslümanların negatifliklerinden söz eder.
Akif, şikayet ettiği negatiflikleri felsefi ve bilimsel olarak teorik tanımlamaz. Mesela; ilmiye sınıfının bayağılığından, fetva sınıfının ümmiliğinden veya yetersizliğinden bahseder. Fakat bayağılığın ve ümmiliğin hangi açılardan olduğunu açıklamaz. Yuvarlak ve genel amiyane slogan sözler söyler. O, sadece medreselerin değil, diğer eğitim kurumlarının da yetersizliğinden bahseder. Mülkiye, tıbbiye, bahriye, baytar mektebi, ziraat mektebi, mühendishane gibi eğitim kurumlarının kalifiye eleman yetiştirmekte yetersiz olduklarını belirtir. Ama yetersizliğin ne olduğunu ve nasıl giderileceğini izah etmez. İnsanların çalışması gerektiği gibi genel önerilerde bulunur, ama ne ve nasıl çalışacaklarını söylemez, hatta söyleyemez. Negaitiflikleri bilmek için eğitime gerek yoktur, ama pozitiflikleri bilmek için bilgiye gerek vardır.
Almak, İcat Yok
Çağımız; ekonomi, maliye, eğitim, adliye, hukuk, askerî, teknoloji, bilim, din gibi her alanda yenilik demek idi. Eski hiçbir şey kalmamıştı. Çözüm olarak, bunları Batı’dan “almak” yoluna gidildi. “İcat etmek” düşünülmedi. Elbette ilk etapta icat etmek imkansızdı ama neticede icat etmek hedefi ortaya konulmalıydı. Atatürk’ün yaptığı iş, geçici bir süreliğine, Batı’dan alınan malzeme ile ameliyat yapmak olmuştur. Fakat yenilikler artık sürekli oluştuğundan sürekli yeni malzeme almak gerekiyordu. Çağdaş fikir ve bilgi icat edemediler. Halen de edemiyor. Teknoloji, işin kol boyutudur. O teknolojinin teorisi bilimini, yani “know how”ını icat eden kafa boyutu asıl önemli olandır. Atatürk, fikir üretmenin gerektiğini şöyle söyler: “Bir fikrin istihsâl (üretimi)ine dayanmayan zafer payidar olamaz. Genç Türkiye Cumhuriyetinin payidar olması için çağdaş medeniyetin bir ortağı, bir parçası haline gelmek, bin bir fedakârlıkla sağlanan bağımsızlığın muhafazası için şarttır”.
İNSANLIĞIN GEÇİRDİĞİ DÜŞÜNME EVRELERİ
M. Akif ve Atatürk’ün düşünüş biçimini tanımak için öncelikle, onların yaşadığı çağın düşünüş biçimini kısaca tanımak gerekir. Çağımız düşünüş biçimine insanlık, beş milyon yıllık sürede sırasıyla şu düşünme evrelerini geçirerek gelmiştir: Sihirsel, mitolojik, tanrısal, felsefi, dinsel, akılcı, bilimsel, akılcı ve bilimsel, lojik ve dijital düşünmedir. Çağımızın “aklıcı ve bilimsel düşünme” biçimi, bir önceki düşünüş biçimi olan “dinsel düşünme”nin ardından üretilmiştir. Yani Akif ve Atatürk, insanlığın 18. asırda aşmaya başladığı, ama İslam dünyasında o zaman ve halen de egemen olan “dinsel düşünme” aşamasında yaşamışlardır. Fakat dinsel düşünmenin aşılıp akılcı ve bilimsel düşünmenin fen, sosyal ve teknolojik alanlardaki icatların sonuçlarını verdiği ve bunun sonucunda dinsel düşünmede kalmış olan Osmanlı İmparatorluğu’nu sonlandırdığı dönemi görmüşlerdir.
DİNSEL DÜŞÜNÜŞÜN ve BİLGİNİN ÖZELLİKLERİ
“Dinsel düşünme, 18. asırda sona ermiştir.”
“Dinsel bilgi, gerçeğin gerçek olmayan izahıdır.”
Bilimsel ve felsefi düşünüş biçiminin metodunun belirlendiği 18. asra kadarki devirlerde üretilen bilgi, genellikle gündelik bilgi sınıfına girer, çağdaş nitelikte bilimsel bilgi sayılmaz. Dinsel bilgi ve dinsel düşünme gündelik düşünme ve bilginin bir parçasıdır.
“Bilim bulgular, felsefe sorgular, din savunur.”
Dinsel bilgi ve düşünüş biçimi, gündelik bilgi ile aynıdır. Dinsel ve gündelik bilginin sistemli bir bilgi elde etme kaynağı oktur. Günlük yaşam içerisinde yaparak, yaşayarak, deneyerek kazanılan, kısaca “deneme-yanılma”ya dayanılarak üretilen bilgilerdir. Gündelik pratik ihtiyaçlar için yapılır. Fayda sağladığı sürece doğrudur. Günlük yaşamı kolaylaştırıcı özellik taşır. Yaşanılan fiziksel çevrenin olduğu kadar, toplumsal çevrenin de etkisinde üretildiğinden kültürel farklılıklar taşır. Hatta herkese göre farklı olur. Herkesin deneyimleri, yaşantıları ve bunun ötesinde de hayattan beklentileri, faydası, çıkarı birbirinden ayrı olduğundan herkesin üzerinde anlaşabileceği tek bir doğru bulmak olanaksızdır. Sistemsiz üretildiğinden gündelik ve dinsel bilgiler felsefenin ana konusunu oluşturmazlar. Deneyimlerden, yaşantılardan doğduğu için genellikle doğal duyu organlarıyla elde edilen duyum sürecine dayanır, yani doğal duygusal bilgidir. Bu bilginin kaynağı, yaşantıdaki doğal duyguların kendisidir. Önce pratik gelir. Teorisi yoktur. Önce taşın, sonra düşün, demektir.
Dinsel bilginin doğruluğuna “iman” ile inanılır. Evrensel doğal gerçekler, doğaüstü bir güç ya da güçlerin varlığı ile açıklanır. Bilgisinin kaynağının Tanrı olduğu iddia edilir, ama bu iddia ispatsızdır. Ona inanan için bağlayıcıdır, bir başkası için bağlayıcılığı yoktur. Bu tür bilgi inanç olarak değerlendirilir. Fizik yasalarının ötesinde bir yaklaşım olduğu için metafizik (fizikötesi) bilgilerdir. İnanç esasına dayanan dinsel bilgi dogmatiktir. Dogma; değişmez, tartışılmaz, kendilerinden kuşku duyulamazdır. Yani eleştiriye ve şüpheye kapalıdır, değişmez ve gelişmezdir. Bu açılardan, dinsel bilgiler mutlaktır. Mutlaklık; hiçbir koşula bağlı olmayan, her türlü denetimin dışında kalan, sınırsız olandır. Tüm mutlaklık iddialarına karşın, din bilgisi de görelidir. Aynı dine ait mezhepler ve kişiler arasında bile, dinin mutlak bilgileri üzerinde genel bir uzlaşı yoktur.
Dinsel bilginin kendisine göre bir çeşit sistematiği vardır. Ama yeni fikir ve bilgi üreten mantıksal sistematik değildir. Temel mantığı; evreni ve içindekileri yaratan tanrı en doğru bilgiye sahiptir iddiasıdır. Tanrı’ya, varlığa ve doğaya ait temel peşinhükümsel dogmaları vardır. Bunlar tartışmasız ve kuşkusuz kabul edilmek zorundadır. İnsanların anlayamadıkları ve karşısında çaresiz kaldıkları doğa ve toplum olaylarının, doğaüstü mistik güçlerle açıklanması olgusudur. İlahi kaynaklı vahye dayalı olduğu iddia edilir. Normatiftir, yani kesin kurallar koyar. Bütün soruların sorulmuş ve bütün cevapların vahiy yoluyla verilmiş olduğunu kabul eder.
Genel olarak din; her şeyi yaratan veya yöneten doğaüstü bir varlığa inanma anlamına gelir. Dinsel bilgi, bu doğaüstü varlığın insanlara ilettiği mesajlar ve bu mesajlar bağlamında oluşturulan bilgi olarak görülür. Mensupları için geçerlidir. İbadet biçimleri ve davranış kuralları ile insanın pratik yaşamını düzenler. Dinsel bilgide; doğruluk, gerçeklik, anlamlılık ve tutarlılık gibi, doğru ve gerçek bir bilgide aranan özellikleri aranmaz. Araştırmaya ve sorgulamaya dayalı çalışma sonucunda üretilmiş bilgi değildir. İspatlanmamış peşinhükümlerden ibarettir. İnsan aklının, bilinmeyen ve doğaötesi konularla ilgili sorularını konu edinir. Dinsel düşünme, varlığın neden ve nasıl olduğu sorularının cevaplarıyla ilgilenmez. “Kim” tarafından yapıldığı sorusunun cevabıyla ilgilenir. Ereksellik, yani amaçsallık peşindedir. Varlığın bir amaç için var olduğunu düşünür. Bu amacın, Tanrının varlığını kabul etmek olduğunu söyler.
Metot
Dinsel bilgi sistematik olmadığından sistemli bir bilgi elde etme kaynağı ve metodu yoktur. Herhangi bir yönteme bağlı olarak değil, kişisel algılamalara bağlı olarak edinilir. Düzensiz ve sistemsiz bilgidir. Tek tek nesneler ve olaylarla ilgili olarak kişilere bağlı öznel bilgilerdir. Bilimsel temelleri olmadığından, herkes için geçerli genel-geçer özelliği yoktur. Doğruluğu kesin değildir. Rastlantısal, kulaktan dolma tevarüs edilir. Bu bilgiler kültürden kültüre değişir. Doğru olduğunda ise bu, belirli bir zaman içinde algılanan iki olay arasındaki doğruluktur. Örneğin, havanın soğukluğuna bakarak kar yağacağını söylemek gibidir. İki olay arasındaki nedensellik ilişkisi, mantık kurallarıyla yapılan sistematik akıl yürütme temeline değil, sezgiye dayalıdır.
Bilimsel Bilgi
“Bilimsel bilgi, varlığın gerçek bilgisidir.”
Bilimsel bilgi; var olan varlıklar hakkında bilimsel yöntem ve akıl yürütme yoluyla elde edilen bilgidir. Nedensellik ilkesini kullanarak varlığın oluşumunun nedenlerini ve nasıllığını araştırır. Böylece varlığın gerçekliğini tanır. Bilim insanı, varlığa “bilmek için bilmek,” amacı ile yönelir. Eğer bu varlık, Tanrının ürünü ise, varlığın gerçekliği tanınarak Tanrı tanınır. Bir bilginin bilimsel olmasının ölçütü, yöntemsel olmasıdır. Bilimsel yöntem; akıl, deney ve gözleme dayalı kuramdır. Teknik bilgiden farklı olarak, uygulama bilgisi değil, teorik bilgidir.
Bilimsel bilgi; objektif, sistemli, düzenli, tutarlı ve eleştiriye açık bilgidir. Nesneldir. Bireyden bireye değişmeyip herkes için aynıdır. Evrenseldir. Akla ve mantığa dayalıdır. Birikimli olarak ilerler. Aksine kanıt gösterildiği zaman geçerliliğini yitirebilir.
Felsefî Bilgi
“Felsefe sorgular.”
Felsefe; insanı, evreni, toplumu, kendini ve yaşamını anlama ve açıklama amacıyla yapılan etkinliklerden biridir. Bu konularda sorular sorar, sistemli ve genel açıklamalar yapmaya çalışır. Bütün varlığı konu edinir, varlığa ilişkindir. Neticede felsefi bilgi; bütün varlığı tanıma ve tanımlama işlemidir. Anlama, anlamlandırma, anlam yüklemedir. Bir taraftan, var olan varlığın mahiyetini tanıma, diğer taraftan ise var olmayan varlık yaratmak amaçlıdır.
Felsefi bilgiden daha çok, felsefi fikirden söz etmek gerekir. Çünkü felsefe bilgi değil, fikir üretir. Ama yine de felsefe ile bilgi üretilir. Nitekim bilim yapmanın ikinci aşamasında kullanılan felsefe, “bilimsel bilgi” üretmek içindir. Felsefe sorgular ve eleştirir. Felsefi bilgi; doğru ya da yanlış olma olasılığı olan fikirdir. Fakat doğruluğu yönünde yeterli gerekçelere sahip olunan iddiadır. Bu nedenle; sanıdan, doksadan, zandan farklıdır. Felsefe, mantık disiplini kurallarıyla düşünme yapar. O nedenle tutarlı olmak zorundadır. Düşünen öznenin, nesneyi merak etmesi ve ona yönelerek, onu sorgulaması ve anlamasıyla ortaya çıkan tutarlı, ön yargısız, akılla temellendirilmiş düşüncelerden oluşan bilgi türüdür.
Beşeri sistematik aklın ürünüdür. Her konuyu beşeri sistematik aklın süzgecinden geçirir. Sistemli, düzenli ve birleştirilmiş bir bilgidir. İnsanın, beşeri sistematik ussal düşünme etkinliğinin en üst düzeyidir. Akılcı bilgidir. Akla dayanan bir araştırma ve soruşturmanın sonucudur. Çelişkisiz, tutarlı; mantıklı bilgidir. Açıklamalarında bitmişlik; sona ulaşmak ya da kesinlik yoktur. Olgu, obje ve olayları anlamak isteyen özne, bunların bilgisini akıl temelli bir sistemle yorumladığında felsefi bilgi üretmiş olur. Felsefi bilgi; mantık ilkeleri çerçevesinde yürütülen akıl yürütmeler sonucunda elde edilmiş sistemli bir bilgidir.
Eleştiricidir; eleştirel bir düşünmenin sonucunda ortaya çıkar. Felsefi tavır sahibi kişi, her şeyi olduğu gibi kabul etmez. Felsefi bilgi, olaylar karşısında merak duyan insanın, olaylara olduğundan farklı yaklaşmasını sağlar. Felsefe bilgisi; düşünen öznenin, nesneyi merak etmesi ve ona yönelerek, onu sorgulaması ve anlamasıyla ortaya çıkan tutarlı, ön yargısız, akılla temellendirilmiş düşüncelerden oluşan bilgi türüdür.
AKILCI ve BİLİMSEL DÜŞÜNME
“Bilimsel bilgi, gerçeğin bilgisidir.”
Akılcı ve Bilimsel düşünme, insanlığın 5 milyon yıl sonunda 20. asırda ulaştığı düşünme biçimidir. Bu kapıyı, Alman Filozof Kant (1724-1804) açmıştır. Bilim, gerçeğin bilgisidir. Olgusal olmaktır, mitolojik kurgusal olmamaktır. Bu düşünme biçimi sayesinde insanlık, artık gerçek bilgi ile yaşamaktadır. Bu düşünüş biçimi, Hiristiyanlığın ürünü değildir. Batı’da egemen olan Hiristiyanlığın şahsında dinsel düşünmenin filozoflar tarafından aşılmasının ürünüdür. “18. asırdan sonra dinsel düşünmeden akılcı ve bilimsel düşünmeye geçilmiştir.”
Akılcı ve Bilimsel Düşünme Şudur
Üzerinde düşünme yapılacak konu hakkında ilgili bilimin tespit ettiği bilimsel bilgiler üzerinde akıl yürüterek düşünme yapmaktır. Salt akıl ile düşünme yapmamaktır.
“18. asırdan sonra işler, koldan kafaya geçmiştir.”
Artık bedensel çalışma azalmıştır. Kafasal çalışma ve ürünleriyle insanlık hayatı dönmektedir.
Savaşta bile artık bedenin sadece tetik çekmek ya da tuşlara basmak için şehadet ya da işaret parmağı ve uçları kullanılıyor. Ama fende ve bilimde daha ileride olanlar parmaklarını da kullanmıyor, sadece parmak uçlarını kullanarak savaş yapıyorlar. İnsanlık artık, dijit ve sinyalle hareket üretiyor.
ATATÜRK ve DÜŞÜNMEK
Düşünmek, aklın, kişinin kendisi tarafından içine düşürüldüğü “düşünmeme” girdabından kurtulmasıyla olur. Düşünmeyen akıl donuklaşır, hiçbir yeni fikir ve bilgi üretemez. En zor iş; aklın donukluğunu gidermek, onu akışkan ve seyyal yapmaktır. Ama o, bir kere akıcı yapılınca artık kendisi akar gider. Düşünen akıl akışkan ve seyyal olur. Ona bir kere düşünme ivmesi verilince, gerisini o yapar. Atatürk bu konuda şöyle der: “Bir kere millet, benliğine hakim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Düşünme bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir.” Şimdi bir fikir düşünün, mesela din, eğer düşünme işlemi yapılmadan anlaşılıyorsa, o çok basit bir malzemedir ve ondan, hele de süper düşünmenin egemen olduğu çağımızda, hiçbir değer üretmesi beklenemez.
Önceki Dinsel Düşünmeyi Aşmak
Çağımız öncesi düşünüş biçiminin dinsel düşünme olduğunu bilen ve onu aşmak ve bilimsel düşünmeye geçmek gerektiğini düşünen Atatürk şöyle der: “Tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede, geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.” Geçmişteki bilimin bugün geçerli olmadığının farkında olan Atatürk şöyle der: “Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen dilinin çizdiği genel kuralları, şu kadar bin yıl önce bugün aynı biçimde uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir.”
Kişiciliğe Karşı Olması
Atatürk, kendisi dahi olsa kişiciliğe karşıdır. O, kişilerle değil, fikirlerle meşgul olunmasını ister. Şöyle der: “Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
“Kişiyi sevmek duygusal tatmin sağlar. Fikirlerle meşgul olmak insana iş çıkarır.”
Fikir Özgürlüğü
Çağımızın en belirgin özelliklerinden ve gelişmenin nedenlerinden birini
İstiklal Marşımızın yazarı M. Akif Ersoy (1873-1936)’un, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kurucusu M. K. Atatürk (1881-1938)’le çağdaşlık eğitimi alanında kesiştiği ve ayrıştığı noktayı, bu konuya dayalı olarak Müslümanların çağdaşlaşma sorununu ele alacağız. M. Akif ve Atatürk, Osmanlı İmparatorluğunun şahsında İslam dünyasının, “çöküş” olarak adlandırılan dönemde yaşamışlardır. İkisi de, çöküşten çıkışın gerektiğine karar vermişler ve çöküşün nedenleri ve çıkış yolları üzerinde durmuşlardır.
İslamcı Akif
Modernist bir Müslüman olarak tanımlanan Mehmet Akif Ersoy, fikrî alanda bir İslamcıdır. Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh’tan etkilendiği kabul edilir. Ona göre, toplumun içine düştüğü durumdan kurtulmasının yegâne çaresi yine “İslam dini”dir. Dinin teorisinin doğru bir şekilde anlaşılması ve pratiğe dökülmesi, İslam toplumunun kurtuluşunu gerçekleştirecektir. Durumun suçlusu İslam değil, Müslümanlardır. Mehmet Akif’in de içerisinde olduğu İslamcılar genel olarak; İslam’ın kalkınmaya engel olmadığını, Batı’nın kalkınmasının temelinde dahi İslam’ın ürettiği birikimin katkısının büyük olduğunu ifade ediyorlardı. Böylece hem Müslümanların, Batılıların yaptıkları ilerlemeyi yapabileceklerini hem de Batılıların icatlarını Müslümanlara dayandırmakla kendilerini avutuyorlardı. İnsanlık, radikal gelişmeler ve bunlara bağlı olarak dönüşümler üretirken, İslam dünyası, İslam’ın gelişmeye ve değişime engel olup olmadığı konusunu halen de sürekli tartışmış ve çözememiştir.
Çöküşün Nedenleri
Akif’e göre; kaderciliğin yayılması sonucunda, tevekkül bilinci ile dünyaya yönelen Müslümanlar pasif bir tutum içerisine girmişler, din çalışmayı emretmesine rağmen, hurafeler nedeniyle hem doğru değerlerden sapmışlar hem de çalışmayı bırakmışlardır. Akif, bir diğer neden olarak cehaleti gösterir. Müslümanların cahil olmalarını şöyle ifade eder: Cehalet denilen yüz karasından bir an evvel kurtulmak ve “hasm-ı hakiki (gerçek düşman)” olan cehaleti bir en evvel öldürmek gerekir. Ona göre; Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlayan nedenlerden bir diğeri de Batı’yı taklitçiliktir. Çünkü Batı, taklit edilmeye çalışılırken Osmanlıyı ayakta tutan değerlerden vazgeçilmiştir. Akif, bir bütün olarak Batı’yı taklidi reddetmemiş, milletin selameti için bazı unsurların taklit edilebileceğini ifade etmiştir. Bunu Japonya örneği ile açıklamıştır. Onlar, manevi kültür unsurlarıyla fenni birbirinden ayırarak, seçmeci bir tavırla Avrupa’nın sadece fennini almışlardır. Fakat moda şeklinde gelen, milli bünyelerine, örflerine ve ahlaklarına aykırı şeyleri ise almamışlardır.
Akif, ahlakla fenni ilimleri birbirine karıştırmıştır. Ahlakla bilimin bir ilgisi yoktur. Ahlak vücut organlarıyla icra edilir. Bilim ise düşünme işlemiyle yapılır. Eğer ilgisi varsa, o zaman bilimini de almayacaksın. Çünkü bu bilim, ahlaksız gördüğün el ve kafalarla üretilmiştir. Batı, bilimi vücut organlarıyla değil, kafasal düşünme işlemiyle üretmiştir. Ayrıca bu, bir tercih meselesidir. Çağdaşlaşmak için Batı’nın yaptıklarını yapmak gerektiğini söylerken, Batı taklitçiliğinden şikayet etmesi bir çıkmaz çelişkidir. Bütüncül değil de parçasal taklitçiliği istemesi de bir çelişkidir.
Batı’nın Ürünü Yanlışlığı
Akif’de; çağdaşlığın Batı ürünü olarak görülmesi şeklinde yanlış bilgi egemendir. Çağdaşlık, Batı’nın ürünü değildi. Hasbelkader orada yaşayan, teorik biliminsanları, filozof ve düşünürlerin ürünüydü. Bu çağdaşlık, Batı’nın kolektif zihniyetine, dinine, kültürüne aykırı ve yabancı görüldüğünden filozoflar hep dışlanmış, sapkın ilan edilmiş hatta öldürülmüşlerdir. Çağdaşlık, milyonlarca yılda düşünürler tarafından geliştirilen insanlık akıl çapının ulaştığı düzeyin ürünüydü. İnsanlıkta egemen olan ve çağdaş yenilikleri sapkınlık olarak ilan eden bir önceki dinsel düşünüş biçimi de çeşitli dönemlerde Afrika, Asya ve Doğuda yaşayan düşünürlerin ürettikleri insanlık akıl çapının ürünüydü, Tanrı’nın ürünü değildi. “Hiçbir dönemin akıl çapı, Tanrı’nın nihai düşünsel akılçapı düzeyi olamaz.”
Mehmet Akif ve Atatürk Kesiştiği Nokta
M. Akif ve Atatürk’ün kesiştiği nokta; çöküşten çıkış yolu olarak çağdaşlaşmayı göstermeleridir. Türkiye’nin, insanlığın ulaştığı çağdaş düzeye yükseltilmesidir. M. Akif’in bu düşüncede olduğu, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı,” cümlesinde görülür. Ayrıca “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı,” hedefi, ancak Atatürk’ün Türkiye’ye getirmek istediği “çağdaş akılcı ve bilimsel düşünüş biçimi” ile gerçekleştirilebilir. Geçmiş düşünüş biçimleriyle mümkün değildir. Bu hedefi, çağdaşlaşan Müslümanlar gerçekleştireceklerdir. O nedenle bunu yapabilmeleri için önce kendilerini asrın idraki ile güncelleştirmeleri gerekir. Doğal beyin hard disklerinin bit kapasitelerini yükseltmeleri gerekir. Bugünkü düşük kapasiteleriyle bu işi yapamazlar.
“Atatürk; Müslüman-Türk çağdaşlığının simgesel adıdır.”
Akif ve Atatürk Farkı
Akif ile Atatürk arasındaki en önemli fark; çağı yakalamanın Akif, dinsel düşünmeyi aşmamakla, Atatürk ise onu aşmakla mümkün olabileceğini düşünmeleridir.
Çağdaşlaştırmayı yapmadaki metotta ayrışırlar. Akif bir İslamcıdır. Yani yeni olaylara dinsel açıdan yaklaşır ve yenilikleri dine uydurmak ister. İslam’ın çağdaşlaştırılıp yaşatılmasını ister. Atatürk ise, genel anlamda, dinsel düşünmeyi aşmış, çağdaş akılcı ve bilimsel düşünmeye ulaşmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin bütün faaliyetine, din değil, “akıl ve bilim”in yön vermesini temel ilke olarak benimser. Atatürk, yapılması gereken pozitifliklerle meşgul iken, Akif, geri kalmanın nedenleri olarak Müslümanların negatifliklerinden söz eder.
Akif, şikayet ettiği negatiflikleri felsefi ve bilimsel olarak teorik tanımlamaz. Mesela; ilmiye sınıfının bayağılığından, fetva sınıfının ümmiliğinden veya yetersizliğinden bahseder. Fakat bayağılığın ve ümmiliğin hangi açılardan olduğunu açıklamaz. Yuvarlak ve genel amiyane slogan sözler söyler. O, sadece medreselerin değil, diğer eğitim kurumlarının da yetersizliğinden bahseder. Mülkiye, tıbbiye, bahriye, baytar mektebi, ziraat mektebi, mühendishane gibi eğitim kurumlarının kalifiye eleman yetiştirmekte yetersiz olduklarını belirtir. Ama yetersizliğin ne olduğunu ve nasıl giderileceğini izah etmez. İnsanların çalışması gerektiği gibi genel önerilerde bulunur, ama ne ve nasıl çalışacaklarını söylemez, hatta söyleyemez. Negaitiflikleri bilmek için eğitime gerek yoktur, ama pozitiflikleri bilmek için bilgiye gerek vardır.
Almak, İcat Yok
Çağımız; ekonomi, maliye, eğitim, adliye, hukuk, askerî, teknoloji, bilim, din gibi her alanda yenilik demek idi. Eski hiçbir şey kalmamıştı. Çözüm olarak, bunları Batı’dan “almak” yoluna gidildi. “İcat etmek” düşünülmedi. Elbette ilk etapta icat etmek imkansızdı ama neticede icat etmek hedefi ortaya konulmalıydı. Atatürk’ün yaptığı iş, geçici bir süreliğine, Batı’dan alınan malzeme ile ameliyat yapmak olmuştur. Fakat yenilikler artık sürekli oluştuğundan sürekli yeni malzeme almak gerekiyordu. Çağdaş fikir ve bilgi icat edemediler. Halen de edemiyor. Teknoloji, işin kol boyutudur. O teknolojinin teorisi bilimini, yani “know how”ını icat eden kafa boyutu asıl önemli olandır. Atatürk, fikir üretmenin gerektiğini şöyle söyler: “Bir fikrin istihsâl (üretimi)ine dayanmayan zafer payidar olamaz. Genç Türkiye Cumhuriyetinin payidar olması için çağdaş medeniyetin bir ortağı, bir parçası haline gelmek, bin bir fedakârlıkla sağlanan bağımsızlığın muhafazası için şarttır”.
İNSANLIĞIN GEÇİRDİĞİ DÜŞÜNME EVRELERİ
M. Akif ve Atatürk’ün düşünüş biçimini tanımak için öncelikle, onların yaşadığı çağın düşünüş biçimini kısaca tanımak gerekir. Çağımız düşünüş biçimine insanlık, beş milyon yıllık sürede sırasıyla şu düşünme evrelerini geçirerek gelmiştir: Sihirsel, mitolojik, tanrısal, felsefi, dinsel, akılcı, bilimsel, akılcı ve bilimsel, lojik ve dijital düşünmedir. Çağımızın “aklıcı ve bilimsel düşünme” biçimi, bir önceki düşünüş biçimi olan “dinsel düşünme”nin ardından üretilmiştir. Yani Akif ve Atatürk, insanlığın 18. asırda aşmaya başladığı, ama İslam dünyasında o zaman ve halen de egemen olan “dinsel düşünme” aşamasında yaşamışlardır. Fakat dinsel düşünmenin aşılıp akılcı ve bilimsel düşünmenin fen, sosyal ve teknolojik alanlardaki icatların sonuçlarını verdiği ve bunun sonucunda dinsel düşünmede kalmış olan Osmanlı İmparatorluğu’nu sonlandırdığı dönemi görmüşlerdir.
DİNSEL DÜŞÜNÜŞÜN ve BİLGİNİN ÖZELLİKLERİ
“Dinsel düşünme, 18. asırda sona ermiştir.”
“Dinsel bilgi, gerçeğin gerçek olmayan izahıdır.”
Bilimsel ve felsefi düşünüş biçiminin metodunun belirlendiği 18. asra kadarki devirlerde üretilen bilgi, genellikle gündelik bilgi sınıfına girer, çağdaş nitelikte bilimsel bilgi sayılmaz. Dinsel bilgi ve dinsel düşünme gündelik düşünme ve bilginin bir parçasıdır.
“Bilim bulgular, felsefe sorgular, din savunur.”
Dinsel bilgi ve düşünüş biçimi, gündelik bilgi ile aynıdır. Dinsel ve gündelik bilginin sistemli bir bilgi elde etme kaynağı oktur. Günlük yaşam içerisinde yaparak, yaşayarak, deneyerek kazanılan, kısaca “deneme-yanılma”ya dayanılarak üretilen bilgilerdir. Gündelik pratik ihtiyaçlar için yapılır. Fayda sağladığı sürece doğrudur. Günlük yaşamı kolaylaştırıcı özellik taşır. Yaşanılan fiziksel çevrenin olduğu kadar, toplumsal çevrenin de etkisinde üretildiğinden kültürel farklılıklar taşır. Hatta herkese göre farklı olur. Herkesin deneyimleri, yaşantıları ve bunun ötesinde de hayattan beklentileri, faydası, çıkarı birbirinden ayrı olduğundan herkesin üzerinde anlaşabileceği tek bir doğru bulmak olanaksızdır. Sistemsiz üretildiğinden gündelik ve dinsel bilgiler felsefenin ana konusunu oluşturmazlar. Deneyimlerden, yaşantılardan doğduğu için genellikle doğal duyu organlarıyla elde edilen duyum sürecine dayanır, yani doğal duygusal bilgidir. Bu bilginin kaynağı, yaşantıdaki doğal duyguların kendisidir. Önce pratik gelir. Teorisi yoktur. Önce taşın, sonra düşün, demektir.
Dinsel bilginin doğruluğuna “iman” ile inanılır. Evrensel doğal gerçekler, doğaüstü bir güç ya da güçlerin varlığı ile açıklanır. Bilgisinin kaynağının Tanrı olduğu iddia edilir, ama bu iddia ispatsızdır. Ona inanan için bağlayıcıdır, bir başkası için bağlayıcılığı yoktur. Bu tür bilgi inanç olarak değerlendirilir. Fizik yasalarının ötesinde bir yaklaşım olduğu için metafizik (fizikötesi) bilgilerdir. İnanç esasına dayanan dinsel bilgi dogmatiktir. Dogma; değişmez, tartışılmaz, kendilerinden kuşku duyulamazdır. Yani eleştiriye ve şüpheye kapalıdır, değişmez ve gelişmezdir. Bu açılardan, dinsel bilgiler mutlaktır. Mutlaklık; hiçbir koşula bağlı olmayan, her türlü denetimin dışında kalan, sınırsız olandır. Tüm mutlaklık iddialarına karşın, din bilgisi de görelidir. Aynı dine ait mezhepler ve kişiler arasında bile, dinin mutlak bilgileri üzerinde genel bir uzlaşı yoktur.
Dinsel bilginin kendisine göre bir çeşit sistematiği vardır. Ama yeni fikir ve bilgi üreten mantıksal sistematik değildir. Temel mantığı; evreni ve içindekileri yaratan tanrı en doğru bilgiye sahiptir iddiasıdır. Tanrı’ya, varlığa ve doğaya ait temel peşinhükümsel dogmaları vardır. Bunlar tartışmasız ve kuşkusuz kabul edilmek zorundadır. İnsanların anlayamadıkları ve karşısında çaresiz kaldıkları doğa ve toplum olaylarının, doğaüstü mistik güçlerle açıklanması olgusudur. İlahi kaynaklı vahye dayalı olduğu iddia edilir. Normatiftir, yani kesin kurallar koyar. Bütün soruların sorulmuş ve bütün cevapların vahiy yoluyla verilmiş olduğunu kabul eder.
Genel olarak din; her şeyi yaratan veya yöneten doğaüstü bir varlığa inanma anlamına gelir. Dinsel bilgi, bu doğaüstü varlığın insanlara ilettiği mesajlar ve bu mesajlar bağlamında oluşturulan bilgi olarak görülür. Mensupları için geçerlidir. İbadet biçimleri ve davranış kuralları ile insanın pratik yaşamını düzenler. Dinsel bilgide; doğruluk, gerçeklik, anlamlılık ve tutarlılık gibi, doğru ve gerçek bir bilgide aranan özellikleri aranmaz. Araştırmaya ve sorgulamaya dayalı çalışma sonucunda üretilmiş bilgi değildir. İspatlanmamış peşinhükümlerden ibarettir. İnsan aklının, bilinmeyen ve doğaötesi konularla ilgili sorularını konu edinir. Dinsel düşünme, varlığın neden ve nasıl olduğu sorularının cevaplarıyla ilgilenmez. “Kim” tarafından yapıldığı sorusunun cevabıyla ilgilenir. Ereksellik, yani amaçsallık peşindedir. Varlığın bir amaç için var olduğunu düşünür. Bu amacın, Tanrının varlığını kabul etmek olduğunu söyler.
Metot
Dinsel bilgi sistematik olmadığından sistemli bir bilgi elde etme kaynağı ve metodu yoktur. Herhangi bir yönteme bağlı olarak değil, kişisel algılamalara bağlı olarak edinilir. Düzensiz ve sistemsiz bilgidir. Tek tek nesneler ve olaylarla ilgili olarak kişilere bağlı öznel bilgilerdir. Bilimsel temelleri olmadığından, herkes için geçerli genel-geçer özelliği yoktur. Doğruluğu kesin değildir. Rastlantısal, kulaktan dolma tevarüs edilir. Bu bilgiler kültürden kültüre değişir. Doğru olduğunda ise bu, belirli bir zaman içinde algılanan iki olay arasındaki doğruluktur. Örneğin, havanın soğukluğuna bakarak kar yağacağını söylemek gibidir. İki olay arasındaki nedensellik ilişkisi, mantık kurallarıyla yapılan sistematik akıl yürütme temeline değil, sezgiye dayalıdır.
Bilimsel Bilgi
“Bilimsel bilgi, varlığın gerçek bilgisidir.”
Bilimsel bilgi; var olan varlıklar hakkında bilimsel yöntem ve akıl yürütme yoluyla elde edilen bilgidir. Nedensellik ilkesini kullanarak varlığın oluşumunun nedenlerini ve nasıllığını araştırır. Böylece varlığın gerçekliğini tanır. Bilim insanı, varlığa “bilmek için bilmek,” amacı ile yönelir. Eğer bu varlık, Tanrının ürünü ise, varlığın gerçekliği tanınarak Tanrı tanınır. Bir bilginin bilimsel olmasının ölçütü, yöntemsel olmasıdır. Bilimsel yöntem; akıl, deney ve gözleme dayalı kuramdır. Teknik bilgiden farklı olarak, uygulama bilgisi değil, teorik bilgidir.
Bilimsel bilgi; objektif, sistemli, düzenli, tutarlı ve eleştiriye açık bilgidir. Nesneldir. Bireyden bireye değişmeyip herkes için aynıdır. Evrenseldir. Akla ve mantığa dayalıdır. Birikimli olarak ilerler. Aksine kanıt gösterildiği zaman geçerliliğini yitirebilir.
Felsefî Bilgi
“Felsefe sorgular.”
Felsefe; insanı, evreni, toplumu, kendini ve yaşamını anlama ve açıklama amacıyla yapılan etkinliklerden biridir. Bu konularda sorular sorar, sistemli ve genel açıklamalar yapmaya çalışır. Bütün varlığı konu edinir, varlığa ilişkindir. Neticede felsefi bilgi; bütün varlığı tanıma ve tanımlama işlemidir. Anlama, anlamlandırma, anlam yüklemedir. Bir taraftan, var olan varlığın mahiyetini tanıma, diğer taraftan ise var olmayan varlık yaratmak amaçlıdır.
Felsefi bilgiden daha çok, felsefi fikirden söz etmek gerekir. Çünkü felsefe bilgi değil, fikir üretir. Ama yine de felsefe ile bilgi üretilir. Nitekim bilim yapmanın ikinci aşamasında kullanılan felsefe, “bilimsel bilgi” üretmek içindir. Felsefe sorgular ve eleştirir. Felsefi bilgi; doğru ya da yanlış olma olasılığı olan fikirdir. Fakat doğruluğu yönünde yeterli gerekçelere sahip olunan iddiadır. Bu nedenle; sanıdan, doksadan, zandan farklıdır. Felsefe, mantık disiplini kurallarıyla düşünme yapar. O nedenle tutarlı olmak zorundadır. Düşünen öznenin, nesneyi merak etmesi ve ona yönelerek, onu sorgulaması ve anlamasıyla ortaya çıkan tutarlı, ön yargısız, akılla temellendirilmiş düşüncelerden oluşan bilgi türüdür.
Beşeri sistematik aklın ürünüdür. Her konuyu beşeri sistematik aklın süzgecinden geçirir. Sistemli, düzenli ve birleştirilmiş bir bilgidir. İnsanın, beşeri sistematik ussal düşünme etkinliğinin en üst düzeyidir. Akılcı bilgidir. Akla dayanan bir araştırma ve soruşturmanın sonucudur. Çelişkisiz, tutarlı; mantıklı bilgidir. Açıklamalarında bitmişlik; sona ulaşmak ya da kesinlik yoktur. Olgu, obje ve olayları anlamak isteyen özne, bunların bilgisini akıl temelli bir sistemle yorumladığında felsefi bilgi üretmiş olur. Felsefi bilgi; mantık ilkeleri çerçevesinde yürütülen akıl yürütmeler sonucunda elde edilmiş sistemli bir bilgidir.
Eleştiricidir; eleştirel bir düşünmenin sonucunda ortaya çıkar. Felsefi tavır sahibi kişi, her şeyi olduğu gibi kabul etmez. Felsefi bilgi, olaylar karşısında merak duyan insanın, olaylara olduğundan farklı yaklaşmasını sağlar. Felsefe bilgisi; düşünen öznenin, nesneyi merak etmesi ve ona yönelerek, onu sorgulaması ve anlamasıyla ortaya çıkan tutarlı, ön yargısız, akılla temellendirilmiş düşüncelerden oluşan bilgi türüdür.
AKILCI ve BİLİMSEL DÜŞÜNME
“Bilimsel bilgi, gerçeğin bilgisidir.”
Akılcı ve Bilimsel düşünme, insanlığın 5 milyon yıl sonunda 20. asırda ulaştığı düşünme biçimidir. Bu kapıyı, Alman Filozof Kant (1724-1804) açmıştır. Bilim, gerçeğin bilgisidir. Olgusal olmaktır, mitolojik kurgusal olmamaktır. Bu düşünme biçimi sayesinde insanlık, artık gerçek bilgi ile yaşamaktadır. Bu düşünüş biçimi, Hiristiyanlığın ürünü değildir. Batı’da egemen olan Hiristiyanlığın şahsında dinsel düşünmenin filozoflar tarafından aşılmasının ürünüdür. “18. asırdan sonra dinsel düşünmeden akılcı ve bilimsel düşünmeye geçilmiştir.”
Akılcı ve Bilimsel Düşünme Şudur
Üzerinde düşünme yapılacak konu hakkında ilgili bilimin tespit ettiği bilimsel bilgiler üzerinde akıl yürüterek düşünme yapmaktır. Salt akıl ile düşünme yapmamaktır.
“18. asırdan sonra işler, koldan kafaya geçmiştir.”
Artık bedensel çalışma azalmıştır. Kafasal çalışma ve ürünleriyle insanlık hayatı dönmektedir.
Savaşta bile artık bedenin sadece tetik çekmek ya da tuşlara basmak için şehadet ya da işaret parmağı ve uçları kullanılıyor. Ama fende ve bilimde daha ileride olanlar parmaklarını da kullanmıyor, sadece parmak uçlarını kullanarak savaş yapıyorlar. İnsanlık artık, dijit ve sinyalle hareket üretiyor.
ATATÜRK ve DÜŞÜNMEK
Düşünmek, aklın, kişinin kendisi tarafından içine düşürüldüğü “düşünmeme” girdabından kurtulmasıyla olur. Düşünmeyen akıl donuklaşır, hiçbir yeni fikir ve bilgi üretemez. En zor iş; aklın donukluğunu gidermek, onu akışkan ve seyyal yapmaktır. Ama o, bir kere akıcı yapılınca artık kendisi akar gider. Düşünen akıl akışkan ve seyyal olur. Ona bir kere düşünme ivmesi verilince, gerisini o yapar. Atatürk bu konuda şöyle der: “Bir kere millet, benliğine hakim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Düşünme bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir.” Şimdi bir fikir düşünün, mesela din, eğer düşünme işlemi yapılmadan anlaşılıyorsa, o çok basit bir malzemedir ve ondan, hele de süper düşünmenin egemen olduğu çağımızda, hiçbir değer üretmesi beklenemez.
Önceki Dinsel Düşünmeyi Aşmak
Çağımız öncesi düşünüş biçiminin dinsel düşünme olduğunu bilen ve onu aşmak ve bilimsel düşünmeye geçmek gerektiğini düşünen Atatürk şöyle der: “Tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede, geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.” Geçmişteki bilimin bugün geçerli olmadığının farkında olan Atatürk şöyle der: “Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen dilinin çizdiği genel kuralları, şu kadar bin yıl önce bugün aynı biçimde uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir.”
Kişiciliğe Karşı Olması
Atatürk, kendisi dahi olsa kişiciliğe karşıdır. O, kişilerle değil, fikirlerle meşgul olunmasını ister. Şöyle der: “Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
“Kişiyi sevmek duygusal tatmin sağlar. Fikirlerle meşgul olmak insana iş çıkarır.”
Fikir Özgürlüğü
Çağımızın en belirgin özelliklerinden ve gelişmenin nedenlerinden birini