Neler yeni

Foruma hoş geldin, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Web Arşivi

Sizleri Aramızda Görmekten Mutluluk Duyuyoruz :) ~ Tıklayın ~

İnsanlık ve Şiddet Üzerine Fıratın Kıyısında Dip Dalgası: PATASANA

AKY Çevrimdışı

AKY

MirayWeb Coder's
1 Ekim 2022
37,495
Ahmet Ümit’in Patasana adlı romanı; iki aynı mekan, iki farklı zaman hikâyesini, aynı eleştirel fikir üzerinde yörüngelenişi ile başlar ve yörünge düzlemi boyunca baş döndürür, baş ağrıtır, çok başlar da ağrıtmalıdır. Fırat Nehri kıyısında Kara Kabir’de kazı esnasında başlayan ve geçmişi 1915’lere uzanan benzer cinayetler silsilesi, yakın geçmiş su akıntılarına dönüşür. Hitit dönemi yazmanı Patasana’nın perspektifinden Fırat Nehri boyunca yapılan savaşların, kanlı katliamların ve toprak için verilen mücadelelerin ardında yatan insan doğasının yıkıcılığı, uzak geçmiş kuvvetli su akıntılarına evrilir. Bu içi içe geçen hikayeler eseri, yalnızca bir polisiye roman olmanın ötesine geçirir; felsefi ve psikolojik derinlik ile geçmişle günümüz arasındaki kanlı bağları, medeniyetin karanlık yüzünü bir arada sunar. Okuru yalnızca bir cinayeti çözmeye yönlendirmekle kalmaz; aynı zamanda insanın içindeki kötülükle yüzleşmeye davet eder. Tarihi ve bireysel çatışmaları bir araya getirerek, insanın içindeki canavarı keşfetme dip dalgasına dönüşerek; Fırat’ı, burada yaşamış veya yaşayanları, bu romanı okuyarak buradaki yaşamı hissedenleri, kısacası akıntıya kapılanları kıyıdan uzaklaştırıp açığa doğru taşır, derin düşünce formlarına sevk eder. Romandaki karakterler, özellikle Esra Beyhan, Timothy ve diğer karakterler çeşitli bakış açıları ve felsefi düşüncelerle, insanın yıkıcı yönünü birer ayna gibi yansıtır. İyilik ve kötülük arasındaki dengeyi, insanın karanlık ve aydınlık yanlarını sorgulatır. Patasana’nın bulunduğu topraklarda Fırat aktıkça zaman akar, zaman aktıkça gürül gürül kan akar, kan aktıkça insanı ve toplumu hiç yalnız bırakmayan vahşet, nefret, düşmanlık, şiddet kültürü damla damla geleceğe akar. Dolayısıyla roman, bir yanda geçmişin karanlıklarına, diğer yanda bugünün kaotik dünyasına uzanan bir köprü kurar. Patasana, tanrılara karşı isyanını dile getirir, halkın kör inançlarını sorgular ve bütün bu karanlıkları bir nevi uyarı olarak geleceğe bırakır. Ancak, tarih – ya da insanlık mı demeli bilmiyorum- sürekli olarak kendini yeniden üretir ve bu konuda ‘tekerrür’ refleksini yine gösterir. Yani sadece eski bir uygarlığın kalıntıları değil, insanoğlunun süreklilik gösteren destrüktif doğası da sergilenir. Timothy de zaten bunu müthiş bir soruyla zihnimize düğümler: “Milyonlarca insanı etkileyen kutsal kitapların yapamadığını Patasana'nın tabletleri mi yapacak?” Bu romanda hoşuma giden faktörlerden biri de yazar, mekânı sadece bir arka plan olarak kullanmakla kalmıyor, adeta bir karakter gibi işliyor. Fırat'a baktığımızda; içimizdeki sevincin sırrı, 'gündüzleri sevgilinin gözlerine yansıyan ışığı, geceleriyse sevgilinin çözülmüş siyah saçları’ romandaki karakterlerle birlikte adeta bize de görünür. Romandan kısa alıntılarla Fırat’ın sularında bereketlenmeye devam edelim: Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. * 'Güneydoğu'nun farklı bölgelerindeki insanlarıyla birlikte olmuş, evlerine konuk olmuş, kazılarda onları çalıştırmış, kadınların doğumlarına yardım etmiş, düğünlerine katılmıştı. Onların cehaletlerine, cömertliklerine, yoksulluklarına, küçük kurnazlıklarına, içtenliklerine, acımasızca yok edişlerine tanık olmuştu. Ama güneşin hoyratça yaktığı esmer yüzlerinden hiç eksik olmayan o katı suskunluğun gizini hala çözebilmiş değildi. Kadınından erkeğine, yaşlısından gencine, yüzlerinde katı bir maske gibi taşıdıkları bu bir parça ezik sessizliğin ardında cahilliklerini mi, yoksa kibirlerini mi gizliyorlardı, anlayamamıştı. * Ben yıllarca bedenimde aynı yöne bakıp farklı şeyler gören iki insanı taşıdım, iki insanın isteklerini aynı anda yerine getirmeye çalıştım. İşin kötüsü, ne tümüyle biri ne de öteki olabildim. İkisi arasında bocalayıp durdum. * ''Öğrenmek kolay değildir. Bir kaplumbağa gibi sabırlı, başı göklere değen yalçın kayaları un ufak eden rüzgar kadar inatçı olmalısın.'' * “Savaş uzun sürünce insan düşmanına benziyor. Onlar gibi konuşuyor, onlar gibi düşünüyor, onlar gibi davranıyor.” * Umarım ömrünü kralların anlamsız çıkarları için harcamayacak kadar akıllısındır. Umarım günlerini anlamlı kılacak uğraşlar bulursun. ** Timothy: Savaş insanoğlunun varoluş biçimlerinden biri. Hem toplumsal, hem de bireysel olarak böyle bu. Ruhumuzdaki kötülüğü en iyi biçimde açığa çıkaran başka bir oyun yok. İnsanoğlu bu oyundan hiç vazgeçmedi, bundan sonra da vazgeçer mi bilmiyorum. Esra: Sanki savaşı savunur gibisin. Timothy: Hayır, kesinlikle hayır, ben savaşı savunmuyorum. İnsan denen yaratığı anlatmaya çalışıyorum. Esra: İnsan mı? Ama savaşların neden, devletlerin, ülkelerin, sınıfların çıkarlarıdır. Bunun için sıradan insanı suçlamak ne kadar doğru? Timothy: Savaşlar sınıfların devletlerin çıkarları için yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ama sonuçta süngüyü saplayan, tetiği çeken, bombayı atan, tankı kullanan sıradan insanlardır. Yani üniforma giymiş halktır. Bugüne kadar çok az asker buna karşı durmuştur. Savaşan iki ordunun askerlerinin birleşip, “Artık yeter, biz savaşmak istemiyoruz.” deyip, silahlarını attıkları kaç olay vardır tarihte? Oysa öldürmekten zevk alan, bunu meslek haline getiren insanların yer aldığı binlerce örnek gösterebilirim sana. Esra: Bu bir bilinçlenme sorunu, güçlü bir barış kültürü oluşursa… Timothy: Barış insanın içinden gelmiyor. İnsan, öldürmek için gösterdiği çabayı, özveriyi, öldürmemek için göstermiyor. Barışı sağlamak için dışarıdan bir bilinç akışı gerek. Esra: Sen insanın iyi olduğuna inanmıyorsun. Timothy: Beş bin yıllık tarihe bir bak. Yıkımlar, katliamlar, savaşlarla dolu. Esra: Ama aynı zamanda görkemli kentler, bilimsel buluşlar, ölümsüz sanat yapıtlarıyla da dolu bir tarih. Evet, belki insan tümüyle iyi değil, ama tümüyle kötü de değil. İki duygudan da aynı oranda var bence. Timothy: Bence kötülük biraz daha fazla. Kötülük her zaman iyilikten daha caziptir. ** Her şey bundan dokuz bin yıl önce bu topraklarda başlamıştı… Ana Tanrıça’yı bilirsiniz. İki yanında birer pars, bacaklarının arasında bir çocuk olan şişman ilk kadın tanrı. İnsanlığın ilk tanrısı. Anadolu’nun eski insanlarının onu neden tanrı olarak seçtiklerini biliyor musunuz? Çünkü erkekler kendi dölleyici rollerinin farkında değillerdi. Kadınları dölleyen şeyin rüzgar, yağmur, ırmak, yani doğa olduğunu sanıyorlardı. Bu düşünce o zamanlar için hiç de yadırgatıcı değil. İnsanlar kendilerini doğanın bir parçası olarak görüyorlardı. Doğumu bir büyü, bir mucize sanıyorlardı. Kuşkusuz bunda o dönem anaerkil sistemin yaşanıyor olmasının da payı vardı. Ama asıl etkili olan konu üremenin bilinmemesiydi. İşte bu bilinmezlik, insanlığın ilk tanrılarından birini Ana Tanrıça’yı yarattı. Bu düşünce öylesine etkiliydi ki, ataerkil düzene geçildikten sonra da Anadolu’da tanrıça kültü sürdü. Örneğin bizim ataerkil Hititler, Fırtına Tanrısı Teşup gibi erkek bir tanrıya sahip olsalar bile, Güneş Tanrıçası Hepat’tan ve Tanrıça Kupaba’dan asla vazgeçmediler. * Aşk da tıpkı tanrıça gibidir; yani muhteşem bir yanılsamadır. Öncelikle erkeklerin icadıdır. Erkeğin açmazı da budur işte. Bir yandan kadın kendine ait olsun diye aileyi kurar, öte yandan gözü komşunun karısında kalır. İlyada’daki Paris’in Helen’i kaçırmasını anımsayın, orta çağdaki şövalye aşklarını anımsayın. Ama kadınlar için durum daha vahimdir. Çünkü anaerkil dönemde pek çok sevgilisi olan kadın, ataerkil dönemde bir erkeğin malı olarak eve hapsedilmiştir. Onun gözünün de komşunun kocasında, oğlunda kalmasından daha doğal ne olabilir? Ama bu istek yasaktır, günahtır, ayıptır, işte aşk bu ulaşılmazlıktan doğar. Aşk ulaşamayacağın birini abartarak, onun kafandaki ideal kişi olduğunu sanarak tutkuyla bağlanmaktır. Aradaki engeller ne kadar artarsa bu yanılsama o kadar tutkulu olacaktır. Nasıl tarihöncesi atalarımız doğum olayını çözemediği için kadınlardan tanrı yaratmışsa, biz de yolumuzun kesiştiği birini yaşamımızın vazgeçilmez kişisi sanarak, neredeyse ona tapınmaya kadar varan bir bağlılık yaratmışız. Kanımca aşk, o ilkel abartma duygusunun günümüze kadar gelmiş halidir. * Belki de en iyi intikamı korkaklar alırdı. İlan etmeden, sinsice bekleyerek, hiç kimsenin ummadığı bir anda… * Patasana, insanın düzeleceğine ilişkin umut taşımasaydı bu tabletleri yazmazdı. İnsanlar dilleri, dinleri, ırkları farklı oldukları için birbirlerini öldürmesinler diye yazdı bunları. Öteki büyük metinler de bunun için yazıldı." "Ama söyler misiniz ne işe yaradı? Şu anda dünyanın pek çok bölgesinde insanlar toprak için, kâr için, pazarları ele geçirmek için, dillerin, dinlerin, ırkların ayrılığını bahane ederek birbirlerini boğazlamıyorlar mı? Dikkat edin aradan tam iki bin yedi yüz yıl geçmiş; insanoğlu toprağın, denizin, gökyüzünün gizini çözmüş ama birbirini öldürmekten vazgeçmemiş. Milyonlarca insanı etkileyen kutsal kitapların yapamadığını Patasana'nın tabletleri mi yapacak? Buna inanacak kadar saf mısınız?" Faruk GÜLHAN

Arif Yedek Parça
 

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın yada üye olun!

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın veya kayıt olun!

Kayıt ol

Forumda bir hesap oluşturmak tamamen ücretsizdir.

Şimdi kayıt ol
Giriş yap

Eğer bir hesabınız var ise lütfen giriş yapın

Giriş yap

Tema düzenleyici

Tema özelletirmeleri

Grafik arka planlar

Granit arka planlar